BLOG

BLOG

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE İSTANBUL'UN VE İSTANBULLULARIN KEDİ SEVGİSİ HAKKINDA 5 BİLGİ


Kedi Sevgisi

Albert Schweitzer'in de dediği gibi ''Hayatın ıstırabından iki kaçış vardır: Müzik ve kediler!'' Kedilerle yaşamak bir ayrıcalıktır. Çünkü onlar güzel görüntüleriyle ve davranışlarıyla her daim yanımızda olan dostlarımız gibidir. Onlara sevgi gösterisi yaptığımız zaman şımarmayalım diye bize fazla yüz vermezler. Fakat ne zaman onlarla ilgilenmeyelim, onların ilgi odağı oluruz. :) Kedilerle aramızdaki bu güçlü ilişki ise insanlık tarihi kadar eskidir. İstanbul'da, çok uzun yıllardır her bir yanda bu hayvan dostlarımızı görmek mümkündür. Çünkü bu şehirde kediler, hayatın tam ortasındadır. Sokaklarda, damlarda, evlerde ve parklarda; kısacası her yerde onları görebiliriz. İstanbul'daki kedi sevgisi Osmanlı’ya, hatta Bizans'a kadar uzanmaktadır.  

 

Osmanlı'da hayvanlar büyük öneme sahipti 

Tarih kitapları, Bizans'ta kedi ve köpek gibi hayvanların nüfusunun oldukça fazla olduğunu gösteriyor. Bir diğer yandan Bizans'ın hüküm sürdüğü bu toprakların sahibi Osmanlı'da da hayvanlar oldukça özel ve önemli bir yere sahipti. Sokak hayvanlarının önemini anlamak için Ogier Ghisellin de Busbecq'in seyahatnamesine göz atabiliriz:

“…Venedikli bir kuyumcu, kuş tutmaktan hoşlanırdı. Tuttuğu kuşlar arasında da bir kuşun kanatlarını gerip evin kapısına astı. Ağzını da bir çöple germişti. Sokaktan gelip geçen Türkler durdular, kuşa baktılar. Kuşun kımıldadığını, canlı olduğunu görünce, hâline acıdılar. Zavallı bir kuşa böyle bir işkenceyi yapmanın müthiş bir cinayet olduğunu söylediler. Kuyumcuyu evinden dışarıya çıkardılar. Ensesinden yakalayıp hâkimin (Kadı’nın) huzuruna çıkardılar. Hâkim ağır bir ceza vereceği sırada, Venedikli azınlığın adlî işlerine bakan bir memur olan Venedik Balyozu gibi biri geldi ve suçlunun kendisine teslimini istedi. Zor belâ kuyumcu bu surette kurtarılabildi.”

 

Hayvanlar için vakıflar kuruldu, aş evlerinde kedi ve köpekler doyuruldu 

Osmanlı, sokak hayvanlarını merhameti ve ahlakı unutmayarak korudu. Hayvanların haklarını korumak için insanları bu düşünceye teşvik etti, onlara karşı özenli davrandı. Bu doğrultuda aş evlerinde, muhtaç insanlarla birlikte kedi ve köpekleri de doyurdu. Hayvan bakımı için uşaklar tutuldu, kasaplarla anlaşıldı ve maaşlar ödendi. Bunun yanı sıra hayvanların tedavileri; su ve yemek bulabilmeleri için vakıflar kuruldu. Bunlardan bir tanesi, Üsküdar'da bulunan kedi hastanesiydi. Tüm bunlarla birlikte, hayvanlar için kebap günleri bile düzenlenirdi. 

 

Kedilere miras bırakılırdı

Osmanlı'da sokak hayvanlarına duyulan sevgi büyüktü. Öyle ki birçok kişi ölmeden önce kedi ve köpeklerin beslenmeleri için para ve vasiyet bırakırlardı. Hayrın işlenmesi için vasiyet, fırın veya kasap gibi esnaflara bırakılırdı. Thevenot, 1656 yılındaki İstanbul ziyaretinde bu durumu şu sözlerle anlatır:

“Türklerin bazıları ölürken; haftada şu kadar defa, şu kadar köpeğe ve şu kadar kediye yiyecek verilmek üzere birçok iratlar (miras, nafaka) bırakırlar yahut bu hayrın işlenmesini temin için fırıncılarla kasaplara para verirler ve onlar da bu gibi vasiyetleri büyük bir sadâkatle ve hatta dindarâne bir riayetle yerine getirirler. Onun için her gün et taşıyan birtakım kimselerin, şart-ı vâkıfa göre köpekleri veya kedileri çağırıp etraflarına toplanan hayvanlara et parçaları atışları görülecek şeydir. Bunlar bizim nazarımızda çok gülünç olmakla beraber onlarca öyle değildir.”

 

Mancacılar kedi ve köpekleri doyururdu

Kedi ve köpeklere duyulan merhametin bir farklı göstergesi ise mancacılardı. Eğer birisi kedi ve köpeklere yemek vermek istiyorsa, mancacılara yemek parası verirdi. Mancacı ise kedi ve köpekleri onun adına beslerdi.

 

O zaman da her evin bir çocuğu vardı, şimdi de var! 

Osmanlı'da da her evin bir kedisi vardı. Bu kediler evin adeta bir ferdi gibi görülürdü. Öyle ki şimdilerde olduğu gibi kedi bir misafire fazla ilgi gösterirse, ev sahibi bu durumu kıskanırdı. :) Yıllaaar, yıllar geçti; bu durum değişmedi. Şimdilerde de İstanbul'un her ferdinin evinde bir çocuğu var. O çocuk evde olmasa bile, sokakta her zamanki yerinde mamasını bekliyor. Çünkü onlar en az bizim kadar bu dünyanın sahipleri. Onlar bizimle başlıyor. O zaman Ceyda Torun'un ‘’Kedi, kediden öte bir şey İstanbul’da. Kedi, bütün İstanbul’un tarif edilemez karmaşası, kültürü, özgünlüğü ve özelliği ile ilgili bir şey…'' sözleriyle yazımızı noktalayarak İstanbul'un gizli sahipleri için kapı önüne 1 kap mama ve 1 kap su koyuyoruz! 

 

Bu yazılarımız da ilginizi çekebilir: